Alamut, Fedailer ve Hasan Sabbah


Kalıplarınıza ait değilim diyebilmenin özgürlüğü paha biçilemez.

Uzun zamandır bir kitapla ilgili blog yazmamıştım. Nadiren yazdığım serilerden biri olmakla birlikte gerçekten anlatılmaya değer gördüğüm kitapların bloğumda bulunmasını tercih ediyorum.

Alamut Kalesi, hayatıma yön veren ve bakış açımı değiştiren bir kitaptı. Fanatikliğin insanı nerelere götürebileceğinin, insanların emelleri uğruna Araflar'da nasıl gezinebileceğinin yegane kanıtı niteliğinde.

Eğer tarih okumayı az da olsa sıkıcı buluyorsanız ancak gerçek tarihe dayalı romanları seviyorsanız kesinlikle alıp okumanız gereken bir kitap.

Herkesle kendi kişiliğine ve düşüncelerine uygun biçimde konuşup zihinlerinde kurulu düzenin işleyişiyle ilgili kuşkular uyandırmaya çalışın, diyor Hasan Sabbah.

Hasan Sabbah ikinci yüzyılın ortalarında doğmuş biri. Kendini bildi bileli gerçek peygamberin kim olduğuyla ilgili konular üzerinde konuşulan bir evin içerisinde büyümüş. Peygamberden sonra Ebu Bekir'in yönetimi zorla aldığını, asıl hakkın Peygamberin damadı olan ve dolayısıyla seçilmiş bulunan Hz. Ali'ye verilmesi gerektiği kanaatinde. Seçilmişliğin ve peygamber soyunun Hz. Ali ile devam ettiğini, Hz. Ali'nin çocuklarına da geçtiğini savunuyor. En azından ilk başta Hasan Sabbah'ın düşüncesi buydu.

Türkler'in kölesi olduğumuzun farkında değil misin? Bağdat da onların tarafını tutuyor. Halk ne yapacağını şaşırmış halde. Hepsi için Ali adının kutsallığı var. Biz de o adı onları sultana ve halifeye karşı birleştirmek için kullandık. 

Bir gün şehre gelen Dai'nin (hoca) söylediği sözler bunlar. Körü körüne inandığı İsmaili öğretisiyle ilgili büyük hayalleri olan Hasan, bu gerçeği duyunca hazmedemiyor ve evine döndüğünde ateşli bir hastalık geçiriyor.

Havalenin birkaç gün sonrasında kendine geldiğinde yeniden doğmuş gibidir. İsmaili öğretisini öğrenmek için daha da yanıp tutuşan Sabbah, deliliğin sınırlarını zorlayan bir maceraya atılıyor.

İnsanların üzerinde devasa bir deney gerçekleştirecektim. Hasan Sabbah'ın sözleri bunlar.

Duyumsal anlamda hiçbir şeyin gerçek olmadığını savunurken ulaşılacak bir hakikatin olmadığına inanması, hedefine giden her yolu meşru kılıyordu. Zira Kur'an ona göre bulanık zihinlerin bir ürünüydü. Gerçek asla bilinemezdi ve dolayısıyla hiçbir şeye inanmıyordu. Bu da onu yapabileceklerinin sınırı olmayan vahşi bir hayvana dönüştürüyordu.

Bilinç seviyesi ne kadar düşerse fanatiklik o ölçüde artar. Okuduğum andan itibaren hayatımın merkezinde bulunan bu cümle, günümüz siyasetinden tutun da birilerini sevdiğimiz ana, bulunduğumuz hal ve hareketlerimize kadar her şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Hasan Sabbah bu düşüncelerle yola çıktığında yakın iki arkadaşı olan Ömer Hayyam ve Tac'ül Mülk ile bir anlaşma yaptı. İlk kim bu öğreti ile güç kazanırsa diğerlerine yardım edecekti. Ancak Hayyam kendini şiirin, şarabın ve kadınların cazibesine kaptırmışken Tac'ül Mülk ise karşı durması gereken düşmanın saray erkanına katılmıştı. Yalnız kalmanın ve ihanetin acısını hisseden Sabbah, Hayyam'ın 'Eğer onların sana gelmesini istiyorsan cennetin anahtarlarını elinde bulundurmalısın.' demesi üzerine hiç kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir işe girişti.

Kendi kalesine gelen ve İsmaili öğretisiyle yanıp tutuşan gençlerin en iyilerini Fedai olarak yetiştirmeye başladı. Yıllar önce kendisine bir Hint prensinin partisinde verilen Kenevir'in uyuşturucu etkisini kullanarak Fedailer'i cennetine götürüyordu. Bu cennet, köle pazarlarından seçilen en güzel kızların huri olarak tanıtıldığı, ışık oyunlarıyla etrafa cennet görünümü süsü verildiği sahte bir ortam. Zinanın ve hayasızlığın su gibi aktığı bu ortamın ardından geri dönen Fedailer, Seyduna'nın (Hasan Sabbah) bir peygamber olduğuna ve cennet anahtarlarının onun ellerinde olduğuna inandılar. Daha sonrasında çekilen yoksunluk krizleri de kişinin yeniden cenneti arzulaması olarak yorumlanacaktı. İnce düşünülmüş tehlikeli bir planın ilk perdesiydi bu.

Bizi mutlu ya da mutsuz kılan olaylar değil, onları algılama biçimimizdir, diyor Seyduna yarattığı bu sahte cenneti savunduğunda. Teorik olarak orası cennet olmasa bile Fedailer'in algısında öyleydi. Dolayısı ile bu onu gerçek kılıyordu.

Deliliğin kıvrımlı yollarında gezinen biri zararsızdır. Ancak bilinçli bir zekaya sahipse, tehlikeli olduğunu düşündüğünüz en akıllı insandan bile daha tehlikelidir, diye yazmışım bir hikayemde bu konuya bilinçsizce atıfta bulunarak.

Dur, düşün.
Soru sor ve cevap ara.
Unutma, hiçbir şey gerçekten tek bir kişi tarafından anlatıldığı gibi değildir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar