Finlandiya Eğitim Sistemi (Finlandiya Günlükleri #1)
Sanırım Finlandiya’yı duymayanımız kalmamıştır. Özellikle refah yaşam ve muhteşem eğitim sistemi konusunda tabiri caizse tüm dünyanın aklını başından almaya çalışıyorlar.
Bugün başlayan dosyamızın adı: Finlandiya Günlükleri. İlk
bölümümüz bu sistemin nasıl işlediğini ve bizim sistemimizle
ne gibi benzerlikleri olduğuyla ilgili. İkinci bölümümüzde ise
kendi ülkemizde bunu nasıl uygulayabiliriz ve sistemi sürekli
değiştirmek yerine ne gibi reformlarda
bulunabiliriz ona bakacağız.
Hadi
o zaman gelin, Finlandiya Günlüklerinin ilk basamağı olan eğitim
sistemini şöyle bir inceleyelim.
40 yıl önce bu eğitim sisteminin küçük bir ayağını, ekonomik iyileşme planı içerisinde geliştirmeye başladıklarında, onlar dahi bu kadar iyi olabileceklerini bilmiyorlardı.
PISA, Programme for International Student Assessment, yani Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı dahilinde on beş yaşındaki gençler değerlendirildi. Ve bu değerlendirme sonucunda, Fin gençliğinin en iyi okuyucular olduğu ortaya çıktı. Ardından bu başarılarını matematikte ve bilimde de ilerlettiler.
Aşağıdaki tabloda Finlandiya eğitim sisteminin nasıl ilerlediğini grafik halinde detaylı bir şekilde görebilirsiniz. Şimdi lütfen tabloyu dikkatle inceleyin. Eğitim sisteminin nasıl bir titizlikle hazırlanmış olduğunu daha net bir şekilde göreceksiniz.
40 yıllık bir sürecin
başarısından bahsediyoruz. Biz düzenli olarak 2-3 yıl
aralıklarla eğitim sistemimizi değiştirip duruyoruz. Gençlerimiz
bilim laboratuvarlarındaki fareler gibi kobay olarak
kullanılıyorlar. Nice gencimiz bu eğitim sistemi yüzünden heba
olmuş durumda.
Peki bu eğitim sistemini diğer tüm eğitim sistemlerinden ayıran özellikler neler?
Peki bu eğitim sistemini diğer tüm eğitim sistemlerinden ayıran özellikler neler?
Finlandiya eğitim sistemi, kendi içerisinde daha çok zayıf öğrencileri hedef alıyor. Onların geliştirilmesine daha çok önem veriliyor. Bizdeki gibi, tembel çalışmıyor veya bundan adam olmaz, ver sanayiye gitsin demek yerine; onun üzerine daha çok eğilip, ilgi alanlarını bulmaya yönelik çalışmalar yapıyorlar.
Finlandiya’da lisenin son yılında girilen tek bir sınavın haricinde hiçbir sınav yapılmıyor. Çocuklara sınavlara nasıl gireceklerini değil, nasıl öğrenmeleri gerektiğini öğreten bir ideolojiyi benimsemişler.
Bu eğitim sistemi içerisinde okulların hepsi devlet tarafından fonlanıyor. Eşitlik, ülke içerisindeki tüm siyasi partilerin okullarda olmasını istediği bir olgu. Dolayısı ile liseden sonra okumak isteyen çocukların, okumak istedikleri yerlere her zaman girebilme seçenekleri var. En güçlü çocuk ve en zayıf çocuk arasındaki oranın çok düşük olduğu bir ülkeden bahsediyoruz.
Öğretmenler okullarda çok fazla zaman geçirmiyorlar. Dolayısı ile ellerinde kalan saatleri öğrencileri değerlendirmek ve müfredatı hazırlamak için kullanıyorlar. Ödevler çok az. Öğrenciler okuldan daha çok oyuna vakit ayırabiliyorlar. Zorunlu eğitim yedi yaşından önce başlayamıyor. Bunun için yetkililer, ‘Acelemiz yok.’ diyorlar. ‘Çocuklar hazır olduklarında daha iyi öğreniyorlar. Onları neden strese boğalım ki?’
Tabi böyle bir sistem içerisindelerken ülke içerisinde evsizlerin ve aç insanların çok düşük seviyede olduğunu söylesek yeridir. Üç yıl boyunca annelik izinleri ve günlük bakım sübvansiyonları veriliyor. Ayrıca beş yaşındaki çocuklara anaokulu hizmetleri var. Bu anaokulunda çocuklara oyun eğitimleri ve sosyalleşme imkanları sağlanıyor. Ve ayrıca devlet ailelere, on yedi yaşlarına gelene kadar her bir çocuk için 150 euro yardımda bulunuyor. Öğrenci sağlığı hizmetleri ücretsiz. Okul öğrenci için yemek, sağlık, rehberlik ve ulaşım hizmetleri sağlıyor.
Çocukların ders programları ise genel anlamda şöyle işliyor: İlk yıllarında müzik, sanat, el işleri, din gibi beceri üzerine eğitimler alıyorlar. İngilizce üçüncü sınıfta, İsveççe dördüncü sınıfta başlıyor. Beşinci sınıf itibariyle biyoloji, fizik, tarih, coğrafya, kimya gibi dersleri almaya başlıyorlar. Altıncı sınıfa kadar kesinlikle hiç sınav yok. Altıncı sınıf itibariyle eğer öğretmen uygun görürse yapıyor. Ancak sonuçları açıklamıyor. Bir çocuğun başarısını tanımlamak için testten çok daha fazlası olması gerektiğine inanıyorlar.
Sınıflar
öğretmenlerin her bir öğrenci ile iletişim içerisinde
kalabilecek kalabalıkta. Öğretmenler her bir öğrenci ile birebir
iletişim halinde.
Öğretmenlerin en az 3 en fazla 6 yıl boyunca aynı öğrenciler ile çalışmasına özen gösteriyorlar. Bu durum bizde de mevcut. Böylece öğretmenler sürekli olarak aynı öğrenciler ile ilişki içerisinde oluyorlar ve bir durum ortaya çıktığında daha çabuk ve etkin şekilde normale döndürülebiliyor. Eğer öğretmen kötüyse hem bizim sistemimiz hem de Fin sistemi aynı şekilde o öğretmeni uzaklaştırıyor.
Öğretmenler odası her iki sistemde olan benzerliklerden bir diğeri. Bazı yabancı kaynaklardan bunu okuduğumda onların şaşırdıklarını gördüm. Okuduğum yıllar itibariyle her zaman aşina olduğum bu durum, ‘Ben kapıya tıklayayım, sen konuş,’ tarzı anıların biriktiği odaların her iki sistem de olması gayet hoş. Böylece öğretmenler de kendi içlerinde bir etkileşim içerisindeler.
Başarı demek illa ki üniversiteye gidip bitirmek mi demek? Bir çocuğun başarılı olabilmesi için illa ilgi duymadığı ekonomi, matematik alanlarında eğitim mi alması gerekiyor? Neden başarıyı yeniden tanımlamıyoruz? Belki böylece çocuklarımıza at muamelesi yapmamış oluruz. Çocuklar, dört yıl boyunca lisenin o sıkıcı sıralarına hayalgüçlerini döşerken, onları sıralara mahkum mu etmeliyiz? Dışarıda hayatlarının fırsatları için mücadele edip kendilerini bulmak varken.
Yaptıkları araştırmada çocukların daha kaliteli bir uyku çekmelerini istedikleri için sabah en erken 9’da dersler başlıyor. Bu saat 9.45’e kadar esneyebiliyor. Biz ise sırf daha fazla elektrik yakmayalım diye(!) kışın yaz saati uygulamasıyla saat dokuza kadar aydınlanmayan havada çocukları sabahın köründe okul yoluna koyalım. Etkin bir öğrenmenin başlagıcı gerçekten böyle mi olmalı?
Ülkemizde ve dünyada gittikçe artan, ‘Her şeye sahip olmalıyım, gücümü aşsa dahi o telefonu almalı o eve sahip olmalıyım,’ zihniyeti burada yok. Az çoktur, mentalitesine bürünmüş durumdalar.
Genel olarak yaşamları dahi böyle. Kendi büyüklüklerinin dışındaki bir büyüklükte ev almıyorlar. Her şeyin yüz çeşidir yerine az ama ön alışveriş yapıyorlar. Kadınlar oldukça az makyaj yapıyor. Dolaplarında sadece giyebilecekleri kadar kıyafet var. Erkekler lüks araba vb alışlar içerisinde değiller.
Yani anlayacağınız basit ve alçakgönüllü şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. Sakinler ve en önemlisi de minimalist bir yaşam tarzını benimsemişler. Tabi bizim sakin olmamız mümkün değil. Gerek çevremizde gelişen olaylar gerekse de Türk insanının anatomik olarak nabzının diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha hızlı olması da sakin bireylere dönüşmemizi engelliyor. Tabi bunlar bir yerden sonra bahane olarak da kullanılabilir. Önemli olan ne kadar yaptığın değil, ne kadar çabaladığındır.
O halde neden
denemiyoruz? Ah pardon, doğru ya seçimler var. Bu kadar sık olmaması gereken seçimler...
Siyasette dahi olmayan bir düzen nasıl olur da eğitimde vuku bulabilir. Şu seçimlere harcadığınız parayı, gösterdiğiniz eforu, koltuk tutkunuzun onda birini eğitime gösterseydiniz, çok daha farklı yerlerde olabilirdik.
Normalde ofansif kalıp sadece eleştiri getirecektim ancak üzgünüm, beni buna mecbur bırakıyorlar.
Bir sonraki bölümde tüm bunlara nasıl çözümler gelebilir, neler yapabiliriz bunu konuşacağız.
Yorumlar
Yorum Gönder