Suç ve Ceza - Aşk ve Gurur - Poşet ve Vergi (deneme bir 'ki #5)
Suç
ve Ceza, Aşk ve Gurur, Poşet ve Vergi. Yazıma neden bu adı verdiğimi, sonunda anlayacaksınız.
Bir
haftalık bir aradan sonra yeniden aranıza dönebildim. Tabi final
haftama da denk gelen bir olay mahal verdi. O
kadar da önemli olmamakla birlikte önceden devin ayak seslerini
işitmiştik. Tabi ki yumurta kapıya dayanana kadar hiçbir şey
yapmadık. Kapıya dayandı ve hatta yıktı geçti. Yine hiçbir şey
yapmadık.
Hayır,
hayır. Palu ailesinden bahsetmiyorum. Evet, o da oldukça mide
bulandırıcı ve rahatsız edici bir vakaydı. Ancak onunla
ilgilenmiyorum. Benim ilgilendiğim, başlıktan da anlayabileceğiniz
üzere poşetler, poşetlerimiz.
Uygulamaya koyulduğu andan itibaren sinirli insanlardan tutun da mizah yönü gelişmiş insanlara kadar, her kesimden bir tepki geldi.
Çevre için diyip destekleyenler,
Hem para verip hem de marketin reklamını mı yapıcam yeağğ markasız poşet istiyozz diyenler,
Uyanın millet, soyuluyoruz diye çığıran felaket senaryocuları,
Eheheh bakın poşete para verecek kadar zenginimciler,
Yahu 25 kuruş için yaptığınız tatavaya bakın diyen yerde on kuruş görse yol boyunca aklı onda takılangillere kadar hemen hemen herkes tepkisini ortaya koydu.
Uygulamaya
koyulalı on iki gün oldu. Tabi öncesinde haberleri verilmişti.
Poşet, yılbaşından itibaren ücretli olacaktı. Çünkü
biliyorsunuz çevrenin korunması gerekiyor. Ve bunun için de
yapılabilecek en güzel şey, poşetlerin yasaklanma... Ah pardon
ücretlendirilmesi diyecektim. Ve hatta bu ücretin %18’i de KDV
olsa ne kadar güzel olurdu. Durun bir saniye. Zaten öyle değil
mi?
Plastik
poşetleri direkt olarak yasaklasaydınız, bu çevreci yaklaşımınıza inanabilirdim, inanabilirdik. Ancak parayla satıp, üzerinden vergi alıp, bir de
çevreyi korumak için yapıyoruz derseniz...
Eh çok şükür aptal
değiliz. Halihazırda sineği sıkıp yağını çıkarmaya bayılan
bir düzen içerisindeyken, siz de o kadar samimi değilsiniz.
Bir
de kendi istedikleri bir şeyi ülkeye sokmaya çalışırken
Avrupa’yı örnek göstermiyorlar mı? Bitiyorum resmen. Sormazlar
mı sana Avrupa’dan ala ala bunu mu aldın diye?
Finlandiya?
Hani muhteşem eğitim sistemine sahip olan ülkeden bahsediyorum.
Bizim eğitim sistemimiz 4-5 senede bir değişip, daha kendini
bulamamış çocuklar bu sistemlerde birer denek gibi kullanılırken,
aklınıza hiç gelmiyor mu Finlandiya?
Peki
ya Almanya? Sanayi devrimini kaçıran bir Osmanlı’dan, yeniden
dirilmeye ve günümüz ekonomik sistemi içerisinde kaybolmadan
varolmaya çalışan Türkiye için yeterince güzel bir örnek değil
mi? Hani nerede o muhteşem teknolojiler? Diğer ülkelerin
artıklarını kullanmaktan başka ne yapıyoruz?
Hadi
onu da geçtim. Ülkemizin kaynaklarını ne derecede kullanıyoruz.
Bakın, dışarıdan bahsetmiyorum. Ülkemizden, bize ait olan
topraklardan bahsediyorum. Tarım ülkesiyiz. Ancak verilere
baktığımızda en yoksul sektörümüzün %33 ile tarım olduğunu
görebiliyoruz.
Bütün
o verimli toprakları özelleştirip binalar dikerseniz,
mevcut
topraklar için çiftçiye gerekli özeni göstermez;
köylere gerekli özveriyi göstermezseniz,
büyük şehirler büyük
bir yığılma yaşar,
ülke kaynaklarını kullanamaz hale gelir
ve en
sonunda da tamamen tüketen bir topluma dönüşürsünüz.
Peki bu ne demek biliyor musunuz?
Bol bol dış açık
demek.
Enflasyon demek, pahalılık demek, işsizlik demek.
Gerçekçi
olun lütfen. Başınızı ellerinizin arasına alın ve düşünün.
Ben ne yapabilirim? Bu ülkenin kalkınmasına nasıl yardımcı
olabilirim? Bir fiilde bulunamıyorsam bile bunu insanlara nasıl
duyurabilirim? Tek kelime edebiliyorsanız dahi edin. Mutlaka bir
şeyler söyleyin.
Benim derdim poşetten alınan 25 kuruş değil. Benim derdim, tüm bunlar olurken koyun gibi peşinden gitmeye devam edip, bunu çevre için yapıyorlar, diyerek ezberlenmiş sözleri tekrar etmenizde. Evet, çevre için yapılıyor olabilir. Ancak şu şekilde uygulamaya koyduğunuzda, bunun çevreye etkisi binde birdir.
Benim derdim poşetten alınan 25 kuruş değil. Benim derdim, tüm bunlar olurken koyun gibi peşinden gitmeye devam edip, bunu çevre için yapıyorlar, diyerek ezberlenmiş sözleri tekrar etmenizde. Evet, çevre için yapılıyor olabilir. Ancak şu şekilde uygulamaya koyduğunuzda, bunun çevreye etkisi binde birdir.
Asıl
çevreyi ne kirletir, biliyor musunuz?
Sırf
bina dikmek için ağaçları yaktığınız, kestiğiniz o zehirli
beyinleriniz kirletir.
Tüketim
çılgınlığınızın geldiği son noktayı tatmin etmek için
üretilen o kozmetik ürünlerinin içeriği kirletir.
Zevk
için avladığınız o hayvanlarının soyunun tükenmesi kirletir.
Yüzlerce
makam aracınızın atmosfere saldığı egzoz kirletir.
Hiçbir
varlık tanımıyorum ki ait olduğu yeri böylesine bir özveriyle yok etmeye çalışsın.
İnsan
düşünen bir varlık. Gülmeyin, şaka değil. Teknik olarak öyle.
Ancak çevrenize bir bakın. Tek derdi o gün saçını hangi şekilde
toplayacağı olan veya arabası varken sırf egosunu tatmin etmek
için bir üst model arabanın parasını biriktirmek için gecesini
gündüzüne katan insanları izleyin. Neden! Neden?
Bu mu dertleriniz?
Eğer
nefsinize ciddi bir terbiye vermez, özünüze dönmezseniz, tüm bu
sistem içerisinde yitip gideceksiniz. Varsın, varolmayın. En
azından bu şekilde. Eğer siz birer kuzu gibi olmaya çalışır;
ortama uyum sağlamak için kendi özbenliğinizden uzaklaşırsanız, bir gün mutlaka onlara dönüşürsünüz.
Ben
ne yapabilirim ki? Zaten sistem kurulmuş. Yüzyıllardır devam
ediyor. Ben bunu değiştiremem. Kimim ki? Tarzı düşüncelere
kapılabilirsiniz. Hepimiz kimiz ki aslında? Ancak ben diye
bir şeyin varlığını unutmanız gerek. Çünkü sadece sen
yoksun. Ben de varım,
başka bir bilgisayarın ekranından veya telefonundan okuyan insanlar
da var. Hepimizin kendi idealleri, hayalleri, gerçekleştirmek
istediği farklı fikirleri var. Ancak tek bir gayemiz olmalı: Daha
iyi bir insan, daha iyi bir dünya için varolmak, BİZ olmak.
Ayrı yerlerde yaşayabilirsiniz, ayrı düşünce biçimlerinde, ayrı inançlarda olabilirsiniz. Teninizin rengi, diliniz, giyiminiz veya konuşmanız nasıl olursa olsun; bu dünyada hep birlikte yaşadığımızı unutmamanız gerekir. Ben senim, sen bensin. Hepimiz birbirimizin farklı formlarıyız. Sevgiye tutunmamız gerek. Saygı gerek. Fanatiklikten uzak, özbenliklerinin farkına varmış bireyler gerek.
Ayrı yerlerde yaşayabilirsiniz, ayrı düşünce biçimlerinde, ayrı inançlarda olabilirsiniz. Teninizin rengi, diliniz, giyiminiz veya konuşmanız nasıl olursa olsun; bu dünyada hep birlikte yaşadığımızı unutmamanız gerekir. Ben senim, sen bensin. Hepimiz birbirimizin farklı formlarıyız. Sevgiye tutunmamız gerek. Saygı gerek. Fanatiklikten uzak, özbenliklerinin farkına varmış bireyler gerek.
Lafın
özü şu ki;
Suç
ve Ceza, Aşk ve Gurur, Poşet ve Vergi; ilki keyiflendiğim,
ikincisi can çekiştiğim, üçüncüsü ise manasızlığın
dibini hissettiğim ikilikler dizini. Tıpkı, kendimi bulmak için
geçtiğim yollar gibiydiler.
Gücünüzün farkına varın. Olmadan yaşayamam dediğiniz her şey, zaten siz olduğunuz için varlar. Ve siz buna izin verdiğiniz müddetçe de varolmaya devam edecekler.
Yazımı büyük bir düşünce adamı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözüyle bitirmeyi üzerime vazife bilirim:
Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
-Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Yorumlar
Yorum Gönder