İBS Nedir? Nasıl Geçer? | Yaşayan Anılar
Bugün
sizlere bahsedeceğim konu İBS. Havalı ismiyle Irritabl Bowel
Syndrome, Türkçe meali Huzursuz Bağırsak Sendromu olan,
girdiğiniz tüm çekaplarda sizi deli yerine koyan uyuz bir
rahatsızlıktır kendileri. Zira görünürde vücudunuzda
fonksiyonel olarak bozuk olan hiçbir şey yoktur.
Sindirim
sisteminizden tutun da beyninize kadar her tomografiden, MR'dan
sapasağlam çıkarsınız. İçten
içe bunun bir kuruntu olduğunu düşünüp normal yaşantınıza
devam edersiniz. Ancak hissettiğiniz tüm o ağrılar,
sindirim promlemleri ve düşünsel olarak bulanık olmanız... Hepsi
bu sevimli hayalet İBS’nin sizde uyandırdığı belirtilerdir.
İBS'nin ne olduğundan, bireyi nasıl etkilediğini ve tüm bu çıldırtan olayların nasıl sona erdirebileceğinizi size anlatacağım. Hadi gelin, başlayalım.
İBS nedir?
Tıp
literatürüne bir hastalık olarak yeni yeni girmiştir. Çünkü
yukarıda da söylediğim gibi, görünürde hiçbir rahatsızlığınız
olmadığı halde tüm bu belirtileri hissetmeniz normal değildir.
Muhtemelen doktorunuz sizi ilk olarak bir psikoloğa yönlendirmiştir.
Çünkü tüm bunların psikolojik olduğunu düşünmekten başka
yapacak bir şeyi kalmamıştır zavallı doktorun.
Halbuki
bu psikolojik olmaktan daha çok vücudunuzdaki fonksiyonel bir
bozukluktur.
Şu
sözü duymuşsunuzdur: Bağırsaklarınız sizin ikinci beyniniz.
Hatta İngilizce’de de bir söz vardır: Feeling in my gut.
Bağırsaklarımda hissediyorum. Türkçe’ye çevirdiğinizde biraz
garip kalıyor. Ancak öyle doğru ki. Bağırsaklarınızdaki
sinirler, vücut sisteminiz içerisinde en çok olanlar. Dolayısı
ile heyecanlandığınızda veya korku duyduğunuzda acil tuvalet
ihtiyacı hissetmeniz bundan dolayıdır.
İBS,
genel itibariyle sizin birinci beyniniz ile ikinci beyniniz
arasındaki iletişimsizlikten kaynaklanır. Yani üstteki beyin a
derken, ortadaki beyniniz b demektedir. Bu da vücudunuzun içinde bir
iç savaş başlangıcıdır. Eh, zaten bu iç savaşı yeterince
hissetmiyor musunuz?
Bir
de bu rahatsızlığın kardeşleri vardır: Anksiyete ve panik atak.
Tek tek gelmezler yani. Geleceklerse bir arada gelirler. Ölmüşüz
zaten. Üstümüze bir kat daha toprak atsalar ne olur sanki değil
mi?
En
çok sevdiğiniz şeyler bir anda en çok korktuğunuz şeylere
dönüşmeye başlar. Kalabalık ortamlar, havasız mekanlar, aşırı
sıcak, aşırı soğuk...
Bağırsaklarınızda hissettiğiniz gereksiz ağrı ve hareketlerin
yanında bir de anksiyete atakları geçirmeye başlarsınız.
Şimdi
buradan sonrasını çok iyi okumanızı istiyorum.
İlaçlar hiçbir
işinize yaramayacak. Sadece geçici rahatlamalar sağlayıp bir süre
sonra da alışkanlık yaratıp etkilerini yitirecekler. Biz geçici
bir sürecin lüksünüz yaşayamayız. Bize kalıcı bir şeyler
lazım. Ancak eminim ilaç endüstrisi, parayla sattığınız sağlınızı geri kazanmanız için yine parayla sağlık(!) satın almanızı isteyecektir tabi ki. -yazar burada göz devirmekten kendini alamıyor-
Şimdi
soracaksınız. Bre cahil, sen bunları nereden bilirsin?
Haklısınız.
Biliyorum.
Çünkü yaklaşık olarak üç seneden fazladır bununla yaşıyorum.
İlk
olarak on sekiz yaşımdayken, doktorun bir kağıda yazıp elime
tutuşturmasıyla başladı bu süreç. Başımı eğip elimdeki
kağıda baktım. Üç harf vardı üzerinde. İBS. Neydi ki bu?
Hayatımı
elime tutuşturduğundan bihaber çıktım odasından. Verdiği
ilaçları aldım.
Şimdi
geriye dönüp baktığımda, belirtilerin on yedi yaşımdayken
başlamış olduğunu görebiliyorum. Ancak o zaman öylesine
bihaberdim ki kendimden, bunu idrak etmem imkansızdı. Üstelik
üniversite sınavlarına hazırlanan lise son sınıf öğrencisiydim.
Haftanın iki günü okulda, üç günü staj, kalan iki günü de
dershanedeydim. Staj günleri de erken çıkıp dershaneye
gidiyordum.
Üniversite sınavları bir yana, okuldaki bitirme
sınavına ve bitirme ödevine de hazırlanmak zorundaydım. Yoğun bir tempo ve farkında olmadığım yüksek stres seviyesinde
gezerken, kendimin nasıl farkında olabilirdim ki?
Ancak
her şeyin bir dolum noktası vardı.
Sabahları hissettiğim mide
bulantıları, kusmalarım, ağrılarım, normalde yediğim her şeyin
bir anda bana dokunması... Bunların hepsine yabancıydım.
Ders
dinlemekten, sınavlara girip bilgimi ölçmekten zevk alan ben, bir
anda tüm bunlardan korkar hale gelmiştim. Çünkü sürekli olarak
panik atak geçiriyordum.
Doktorlardan
hiçbir şey çıkmıyordu. Çoğu sakinleştirici veriyordu. Geçici
hissizlikten başka bir şey değildi. Yine de kullandım. Az çok
işe yarıyordu. Yarımdan bire, birden ikiye çıkmaya başladım.
Yaptığım şeyin sağlıksız olduğunun farkındaydım ancak artık
yarım da, bir de kesmiyordu. Neyse ki bir şeylere bağlılığım
hiçbir zaman fanatik şekilde olmamıştı. O yüzden bırakmak
istediğimde de rahatça bırakabilen bir iradem her zaman vardı.
Zar
zor liseyi bitirdim. O dönem ve devamında gelen üniversitenin ilk
dönemi, hatırlamak istemediğim anılar listesinde bir numara.
Üniversiteye
başlamadan önceki yaz, ilaçlarıma bel bağladım. Çünkü
yapılabilecek başka bir şey olduğunu bilmiyordum. Ve o ilaçlar
bana kilo aldırmaktan başka hiçbir şey yapmadı. Bir ay sonra
onları da bıraktım. Normal yaşantıma devam ediyor, ancak içten
içe beni yiyip bitiren bir parazitle yaşıyordum.
Ben,
lise birinci sınıftan itibaren üniversite hayaliyle yaşayan bir
insandım. Ancak bir gece, arkadaşım arayıp okulların
açıklandığını haber verdiğinde siteye girdim ve karşımda
duran Marmara Üniversitesi yazısına öyle bir hissizlikle baktım
ki... Havaya uçup, yaşasın Marmara’yı kazanmışım, diye
bağırıp eğleneceğime, sakinlikle sayfayı kapattım ve o sırada
yazmakta olduğum romanıma geri döndüm. Böyle bir dönemden
bahsediyorum size. Gittikçe daha da dibi boyluyordum.
Üniversite
başladı.
Kocaman kampüs ve kendi içinde kaybolmuş bir adet ben.
Ders
esnasında, sınav esnasında, daha okula bile girmeden kaç defa
anksiyete atakları geçirip sessizce ağladığımı saymadım.
Ancak oldukça fazla olduklarından eminim.
Bazen
kaçtım, bazen savaştım.
Pes
ettiğim anlar da oldu, savaşma gücünü kendimde bulduğum anlar
da.
Kim
derdi ki lisedeki o başarılı, dersleri seven kızın; daha ilk
dönemden üç dersten büte kalacağını... Ama bu hayatta
yükselmek ne kadar gerçekse, düşmek de o kadar gerçekti.
İlk
dönemi düşe kalka atlattıktan sonra ikinci dönem de kaçak göçek
bitirdim okulu.
O
yaz bir karar verdim.
Aldığım tüm kiloları geri verdim.
Yeniden o eski kişi olmaya yaklaşmıştım. Ancak rahatsızlığım
hala devam ediyordu.
İkinci
sınıfta, derslerimi toparladım.
Üçüncü
sınıfta kendimi.
Ve
şu an, tüm derslerime girebilen, sınavlarda korkusuzca tüm
sorulara yanıt verebilen, eğlenen, gülen, oradan oraya giden bir
bireyim. Eski halimden %10 eksik, ancak olmak istemediğim halimden
%90 daha iyi olarak.
Nasıl mı?
Eğer
gerçekten bu rahatsızlığa sahipseniz, tüm o ilaçları çöpe
atmakla başlayın işe. Ancak sakinleştiriciniz şimdilik kalsın.
Arada ona ihtiyaç duyabilirsiniz.
1- Paketlenmiş Gıdalara Veda Edin!
İyileşme
sürecindeyken yaptığım en büyük hata, paketlenmiş gıdaları
yemeye devam etmemdi. Abur cubur bağımlısı değildim. Ancak
zevkime düşkündüm ve dizimi izlerken böyle sağlıksız
atıştırmalıkları yemeyi seviyordum.
Tüm
abur cuburlarla aranızı bozun. Ben bunu bu sene yapmaya başladım
ve yaklaşık olarak 44 gündür ağzıma bir tane bile sürmedim. İnanın bana vücudum o kadar rahat ki. Hiç olmadığı kadar.
Meğersem tüm o zehirli yiyecekler hem sindirim sistemimi bozuyor hem
de düşüncelerim arasına toksik bir gaz gibi sızarak düşünmemi
engelliyormuş. Uzaklaşınca bunu farkediyorsunuz.
Bunu yapmamın en büyük sebebi de, bağırsaklarımın kendisini onarmasına izin vermekti. Çünkü siz ne kadar sağlıklı beslenirseniz beslenin, arada yine bu zehirlerden yiyorsanız, bağırsak duvarınıza zarar vermeye devam ediyorsunuz.
Yaklaşık altı ay boyunca kesin bir veto koyarak abur cuburu kendinize yasaklayın. Çünkü öyle güzel bir vücudumuz var ki zararlı şeyleri ondan uzaklaştırdığınız anda kendini hemen onarmaya başlıyor.
Bazı şeyleri istiyorsanız, bazı zevklerinizden fedakarlık etmeniz gerekecek. Yok, hayır ben edemem diyorsanız, yazının buradan sonrasını okumanıza gerek yok. Sessizce bloğumu terk edip eski yaşamınıza dönebilirsiniz. Yardım edilmesini istemeyen birine kimse yardım etmez. Bireyin önce kendisinin istemesi lazım. Anne babanız bile bu yaşadıklarınızı birer abartmadan ibaret görürken bir başkası, sizin yardım istemeyen beyninize bunu sokmakla uğraşmayacak.
2- Tatlı, Kızartma ve Hamur İşleri
Tatlı,
kızartma, hamur işlerinden mümkün olduğunca uzak durun. Tümüyle
bunları bırakın demiyorum. Çünkü diğer maddeleri de yavaş
yavaş yapmaya başladığınızda ciddi kilo vereceksiniz. Bunu
dengelemek amacıyla haftada bir defayı geçmemek üzere, evde kendi
imkanlarınızla yaptığınız bir tatlıyı, kızartmayı veya
hamur işini yiyebilirsiniz. Ancak sonrasında az da olsa
hissedeceğiniz rahatsızlık için sorumluluk kabul etmiyorum.
Peki
tatlı ihtiyacını nasıl gideriyorsun, diye sorabilirsiniz. En iyi
tarafı şu ki, ben pek tatlı sevmem. Çikolata zaten midemi
bulandırıyor. Ancak arada benim de canım çekiyor. Öyle
zamanlarda en büyük yardımcım, tarçın. Bir elma doğruyorum ve üzerine tarçın serpiyorum. Veya ev yoğurduma meyve doğrayıp
üzerine tarçın döküyorum. Tatlı isteği falan kalmıyor.
3- Su Sizin En Büyük Dostunuz
Bol
bol su içeceksiniz. Sizin en büyük yardımcınız o. Günde 2.5
litreden aşağıya düşmeyin. Aşırı abartarak da su zehirlenmesi
geçirmeyin. Dikkatli olun.
4- Spor spor spor, der Olimpiyaticus.
Haftada
vakit buldukça egzersiz, yürüyüş, fitnes veya pilates yapın. Bu
sizi hem daha iyi hissettirecek hem de vücudunuzun şekle girdiğini
görünce mutlu olacaksınız.
5- Ev Yapımı Her Şey Sizin Can Yoldaşınız
Yukarıda
ev yoğurdu dedim. Aynen öyle. Ben sağlıklı yemek işine, ev
yoğurdu ve ev turşusuyla başladım. Bu probiyotikler bağırsak
floranızı onarmanızda size oldukça yardımcı olacaklar. Yapımını
internette rahatlıkla bulabilirsiniz. Şu an vakti geçti ancak
karnıbahar turşusunu çok seviyorum. Vakit bulduğumda yeniden
kuracağım. O sırada fotoğraflar çekerek size de anlatırım.
Ayrıca eskiden anneannelerimiz, babaannelerimiz ne yediyse, onlara dönüş yapmamız gerekiyor. Çünkü içten içe hissediyorum, peki biz ne yiyeceğiz, sorularını. Sebze yiyeceksiniz. O kadar güzel bir yemek kültürümüz var ki aslında. Ailenizde sebze yemeği yapan yoksa bir adım atın ve siz yapın. Yapması da yemesi de çok güzel.
6- Stresten Uzak Dur(!) Ne?!
Bu tarz yazıların çoğunda hepimizi sinir eden bir madde vardır. Eminim aklınıza gelmiştir. Stresten uzak durun. Zaten genetik olmasından ziyade, genel olarak stres bizi bu hale getirmişken stresten uzak olun demeniz gerçekten çok komik.
Stresten hiçbir zaman uzak kalamayacaksınız. Özellikle büyük bir şehirde yaşıyorsanız. Bunu öncelikle kabullenin. Ardından bununla savaşmanın yollarını bulun. Uzak durarak sadece ona karşı bağışıklık kazanmaktan kendinizi engelliyorsunuz. Ben size tam tersini yapmanızı söylüyorum. Stresten uzak durmayın. Adrenalin duygusundan kendinizi ne kadar uzak tutarsanız, en ufak bir stres anında tüm dengenizi kaybetmeniz an meselesi olur. Korktuğunuz ne varsa yapın. İnanın bana, hiçbir şey hayal ettiğinizde daha kötü olamaz.
7- Asla Pes Etme
Tabi
bir de inatçı ve kararlı olmak gerek. Vücudum sürekli olarak
kaçmam gerektiğini söylüyordu, sınıfta herkes sakince ders
dinlerken. Büyük bir dinazor ordusuyla karşı karşıyaymışım
gibi nabzım atardı. Sınıf bir anda daralırdı. Ancak o anların
çoğunda kaçmadım. Nefes alışverişlerime odaklanır, kendime
telkinler vererek sakinleşmeye çalışırdım.
Komik.
Bu telkinlerin gereksiz olduğunu düşünürdüm eskiden. Halbuki
insanların kendine ve çevresine söylediği şeylerin ne kadar da
önemli olduğunu tüm bu zaman içerisinde öğrendim. Siz de
yapmayı ihmal etmeyin.
Şimdi
yirmi bir yaşında, üniversite son sınıfta, bazı şeylerin
savaşını vermiş ve Allah’ın da izniyle atlatmış bir abla,
arkadaş veya kardeş olarak duruyorum karşınızda.
Mutluyum.
Asıl gücü ilaçlarda veya insanlarda bulmak yerine kendi içimde
bulduğum için.
Huzurluyum.
Bu anları görebildiğim için.
Gururluyum.
Geriye dönüp baktığımda başladığım noktadan oldukça yol
katettiğim için.
Ve
umut doluyum. Hayatımda her şeyin daha da iyiye gideceğine
inandığım için.
İnişler
çıkışlar her zaman olacaktır. Belki bu saniye itibariyle
hayatımda her şey çok daha kötüye gidecek. Eyvallah, diyebilirim
sadece, bunu engelleyemedikten sonra. Ancak biliyorum ki ben o üç
sene önceki korkmuş kız değilim. Gelecek olan her neyse, onunla
da başa çıkabilirim.
Yavaş
tırmandım, ancak bastığım dalların hepsi sağlamdı.
Aynı
sınavdan geçmiş veya geçiyor olan okuyan kişi, bu sözüm sana:
Yalnız değilsin ve hiçbir zaman da olmayacaksın. Bir yerlerde
seninle aynı şeyleri yaşayan birileri daima olacak. Kendine güven.
O gücü içinde bul ki bir daha düştüğünde, kalkma gücünü de
kendine bulabilesin.
Şunu
da unutma: Seni tanımıyorum ancak seni seviyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder