Kayıp Ruh (deneme bir 'ki #2)





Doğumumla başlamış eğlenceler. Annemin dediğine göre babam tam üç gün boyunca yemekli dansözlü eğlenceler düzenlemiş ben doğduğum için. 

"Neden?" diye sordum. 

"Erkek olduğum için." cevabını verdi. 

"Erkek olmam onu neden bu kadar sevindirdi." diye sorgulamaya devam ettim.

"Soyunun devam etmesini istediği için." dedi.

"Ablam doğduğunda da böyle miydi?" Asla unutmuyorum Şimşek gibi çakan gözlerle bana baktı. Dünyanın en ağır küfürünü etmiştim sanki anneme. Susmam gerekirdi belki ancak ben yine de devam ettim. "Ablam ile de soy devam ettirilmiyor mu?" 

"O elin tohumunu yüklenecek." dedi bana. 

Ne demek istediğini altı yaşımdaki o halimle anlamamıştım. Ancak içten içe beni rahatsız eden bir şeylerin olduğunun farkındaydım. 
 
Bir sene sonra sünnet düğünüm yapıldı. Bu da doğduğum günün kutlamaları kadar sürdü. Babama bu kadar eğlencenin gerekli olmadığını söylediğimde, köşeden ablamın küçük bir tebessümle bana baktığını görebiliyordum. Ben de ona gülümsedim. Onu öyle çok seviyordum ki. 
 
Sünnetimde herkes sırtıma vurup adam olduğumdan, kaç kızı birlikte idare edeceğimin sayısından ve hiç tanımadığım bazı kadınların fotoğraflarını gösterip, bir şeylerin kırıntısını ararcasına suratıma bakıyorlardı. Tüm bunlar oldukça rahatsız ediciydi. Her şeyin ötesinde ben daha yedi yaşımda çocuktum. Ne adam olmuştum ne de ablama benzeyen kızları idare etmek istiyordum. Ben sadece oyun oynamak istiyordum. Tüm sünnet düğünü boyunca gözüm, yatağımın köşesinde duran hediye gelmiş oyuncak kamyondaydı. 
 
Sünnet düğününden sonra her şey değişmeye başladı. Külkedisinin balo sonrasındaki hali gibiydim. Babam, artık büyüdüğümü ve tarlaya gelip onunla çalışmam gerektiğini söyledi. Okul, diyecek oldum ancak daha ilk hecesinde bıçak gibi bakışlarıyla sözümü kesti. Sustum ben de. 
 
Beş yıl boyunca babamın yanında ırgatlık yaptım. Bir yandan da ondan gizli kitap okuyup ders çalışıyordum. Aşağıdaki köyden Ebru isimli bir başka kızdan öğrenmiştim on yaşımdayken okumayı. Babamın beni yakalamasından korkuyordum. Bu yüzden gizli gizli buluşuyorduk, bambaşka bir dedikoduya sebebiyet verdiğimizden bihaber. 
 
Geçen sene ablam evlendirildi. On beş yaşındaydı, kırk beş yaşındaki bir adamın koluna girdiğinde. Resmi nikah yapılmadı. Devlet karşıymış bu düğüne. Zaten resmi nikah da gereksizmiş, öyle dedi babam. Asıl yapılması gereken imam nikahıymış. İmama da parayı verince susuyormuş zaten. 
 
Ebru ile ders çalışmamız olduğu günün ardından eve geldim. Ablamın ağlama seslerini, anneminse sert fısıltılarını duyuyordum. Mutfağa girdiğimde ikisi de bana baktı. Ablamın yüzü gözü morluklar içerisinde, gözleri ağlamaktan harap olmuş. On iki yaşımdaydım ve korku dolu bir an gördüğümde yapabileceğim tek şeyi yaptım: Kaçtım. Birisi gelip bacaklarımı kırsaydı da kaçmasaydım. O an ablamın ihtiyacı olan tek şey bendim. Çünkü annem, babam gelmeden ablamı koca evine yollamaya çalışıyordu. Ona göre erkeğin dövmesi, çok normaldi. 
 
Uzun uzun koştum. Önünde durduğum eve baktığımda kaçışımın nedenini anlamıştım. O yaşlı ayyaş herifin evinin önüne gelmiştim. Ablamın kocasının. Sinirli adımlarla merdivenleri çıktım. İki katlı, derme çatma müstakil evin tahta kapısını, on iki yaşındaki bir çocuk ne kadar sert vurabilirse öyle sert vurdum. Ayyaş her gün ayyaştı. Kapı açılınca kendisinden önce anason kokusunu gördüm. Vücudunun şeklini kaplamış, hayaletimsi bir edayla etrafını sarmıştı. 
 
Eşikten içeriye adımımı atıp sertçe geriye ittim onu. Sendeledi. Düşmemek için sandalyeye tutundu ancak sandalyeyle birlikte yere yığıldı. Üzerine çıktım ve birikmiş ne kadar öfkem varsa hepsini üzerine saldım. Tarlada çalışmaktan sertleşmiş ellerimle tokatlıyor, yumrukluyor, uzattığıma memnun olduğum tırnaklarımla yüzünü tırmalıyordum. Sesi duyup gelen komşular beni onun üzerinden aldılar. Gövdemden tutup kaldırmıştı biri. Ayaklarımı, onu tekmeler gibi havada savuruyordum. Çığlıklarım köyü inletiyordu. 
 
Akşam babam hiçbir şey söylemedi. Kesinlikle ondan beklemeyeceğim bir hareketti. Ancak ablamı göndermişlerdi. Zaten çok geçmeden cenazesi çıktı o evden. Adam içinse kader kurbanı dediler. O da serbest kaldı. 
 
Birkaç sene sonra, yani ben on yedi yaşımda bir delikanlıya dönüştüğümde, Ebru ile buluşmalarımız köyde ciddi bir dedikoduya sebep oldu. Temeli yıllar önce atılmıştı zaten ancak artık herkes gördüğünde resmi bir görüntü haline gelmişti. Ebru iyi bir kızdı ancak olay şu ki benden küçüktü ve onu o manada sevmiyordum. Bana ders anlattığı için ona daima minnet duyacaktım.

Ben on yedi, o on dört yaşındayken evlendirildik. Ebru bizimle kalmaya başladı. Annemin ona karşı davranışları gözümden kaçmıyor değildi. Daha henüz adet bile görmemiş bir çocuktan ne bekliyordu anlamış değilim. Bütün evin işlerini ona yükledi. Sanki onun göreviymiş gibi. Yapmadığı zaman da onu hor görüp itip kakıyordu. Buna sahit olduğumda engelliyordum. Ama yanımda babam da varsa beni durduruyor ve kadınların işine karışmamam gerektiğini söylüyor. 
 
Aradan bir sene geçti. Ebru ile birbirimize iyice alıştık.. Ama hala aynı yatakta yatmıyorduk. Ailem öyle sanıyor ancak gece olduğunda sakince yataktan inip yerde yatıyodrum. Yanımda kasılan vücudunu hissetmemem imkansız.  
Birinci yılımızda ona bir elbise aldım. Gece gizlice verdim ona çünkü ailemin, bu hediyeleşme işi hoşlarına gitmeyebilirdi. Biraz kısa bir elbiseydi ancak ona çok yakışacağını düşündüm. Öyle çok sevindi ki kendini tutmayıp boynuma sarıldı. Bir dakika sonra da ağlamaya başlamıştı. Simsiyah sırma saçlarını okşarken uykuya daldı. O elbisenin hayatımızı mahvedeceğini bilseydim, onu gören gözlerimi ellerimle oymak isterdim.

Ertesi gün Ebru onu giydi. Ben tarladaydım ancak evde kıyamet kopmuştu. Komşulardan biri tarlaya koşup haber verdi. Telaşla eve gittiğimde ilk önce annemi gördüm. Başını ellerinin arasına almış ağıt yakar gibi sallanıyordu. Biraz daha içeriye girdiğimde Ebru ile karşılaştım. Ona aldığım elbise vardı üzerinde ancak elbiseden bir iz kalmamıştı. Etekleri paçavraya dönmüş, göğüs kısmı yırtılmıştı. 

Kollarını bedenine sarmış köşede öylece çömelmiş otururken bana baktı. Neler olduğunu sordum. Annem geldiğimi fark etmemiş olacak ki sesimi duyar duymaz ayaklandı ve söylenmeye başladı. Böyle bir elbiseyi nereden bulmuş? Bu elbiseyi ancak -burayı söyleyemiyorum- ... giyermiş, adımızı çıkaracakmış, namusumuz elden gitmiş diye bağırıp çağırmaya başladı. 
 
Onu susturduğumda elbiseyi benim aldığımı söyleyeceğim sırada Ebru’ya baktım. Dokunmaya kıyamadığım o güzel saçları darmadağın olmuş başını yavaşça iki yana salladı. Söylememi istemiyordu. Çünkü biliyordu ki suç yine kendisinin üzerine kalacaktı ve ben, mimlenecektim. Bir erkek olmamaklar, karısına sahip çıkamamakla tüm köyde adım çıkacaktı. Arkama baktım. Köyde evlerinde kim varsa kapımızın önünde bizi izliyorlardı.
 
Annem dayağa ihtiyacı olduğunu söyledi Ebru’ya. Ona göre geç bile kalınmıştı. Dövmeyen erkekten koca olmazmış, öyle diyordu. Sonra bana baktı. Mesajı almıştım. Erkeklik bunu gerektiriyordu demek ki ama o benim eşimdi. Ona nasıl vurabilirdim ki? 

Annem tereddütümü gördü ve bir erkek olarak toplumda kendimi ispat etmemin yegane koşulunun, kadın üzerinde baskı kurmam gerektiğini fısıldadı gözleriyle bana. Ebru’ya baktım. O çoktan kabullenmişti yazgısını. Tüm kadınlarınkini de. Sanki küçük omuzlarındaydılar da onu kamburlaştırmışlar gibi ayağa kalktı yerden destek alarak. 

Ona doğru yürüdüm. Yapman gerekeni yap, der gibi bakıyordu. Yaptım. Eşimin acı dolu çığlıkları içimi acıttı başta. İkimiz de böyle bir topluma, böyle bir dünyaya ait değildik ancak bizi de kendilerine çeviriyorlardı. Çünkü varolmamız ancak böyle muhtemel olabilirdi. 

Dayaklarımın şiddeti arttıkça hissizleşmeye başladım. O son tekmeyi karnına savurduğumda, artık normal bir şeydi benim için. 

Annem sırtıma eliyle dokundu. Gururlandım. Kapıya doğru baktığımda da çoğunluğu kadınlardan oluşan komşular, doğru şeyi yaptığıma dair onaylayan bakışlarla beni süzüyorlar, eşime karşı da iğrenir bir ifadeyle bakıyorlardı. Doğru şeyi sonunda yapmıştım demek ki. Artık hepsi, gerçekten bu dünyada varmışım gibi bakıyordu bana. Sanki daha öncesinde silik, basit bir karakterdim. Oysa şimdi, ben bir erkektim. 


Günümüzde gerek toplumumuzda gerekse de tüm dünyada kadına şiddet yaygın olduğu kadar erkeğe de şiddet uygulanmaktadır. Gerek sözsel, gerekse de fiziksel olan bu şiddetler, erkekleri toplumun uygun gördüğü formlara sokmakta ve bir zehir gibi tüm sistemi çökertmektedir. Geçen hafta erkek üzerinden yazdığım şiddeti bu sefer de kadının ve toplumun erkek üzerindeki şiddetini konu aldım. Olayın nasıl bir döngü içerisinde gittiğini görebiliyor musunuz? Biz ayrı varlıklar değiliz. Tüm doğa dengedeyken bu doğanın içerisinde bir parazit gibi varolan insanoğlundaki dengesizliğin sebebi nedir? Töreler, kan davaları, yobazlıklar, fikir ayrılıkları, saygısızlık... Hepsi şiddetin besleyicisi, hepsi insanoğlunu kana, vahşete ve öfkeye dönüştüren olgulardır. Bunu değiştirmek bizim elimizde. İlk adımı neden sen atmıyorsun?  

Yorumlar

Popüler Yayınlar